MÜBAREK KIRİSMISINIZ
KUTLU OLSUN!
31 Aralık’ta, yani yılın son günü ne
yazılır? Eskiden, aynı sütunda yazmaktan şeref duyduğum
rahmetli Ahmet Kabaklı Hoca, haklı olarak
“noel kutlamaları”nı yerden yere vuran yazılar
yazardı. Kesilen çamlardan, kestaneli hindi dolmasına
kadar yazmadığını bırakmamıştı. O yazıları nasıl zevkle
okuduğumu hatırlıyorum...
1957 yılında ortaokul ikinci sınıf öğrencisi
iken, babamın Erika marka eski daktilosu ile
sabaha kadar aynı metni defalarca yazarak çoğalttığım
“Noel” aleyhindeki bildiriyi, Malatya’da Söğütlü
Cami’nin önünde dağıtırken, bekçi tarafından nasıl
derdest edilerek karakola götürüldüğümü hatırlıyorum.
Rahmetli babam DP’nin ileri gelenlerinden olduğu
için, fazla hırpalanmadan bırakılmıştım. Nasıl olsa
zehir hafiye Ali Topuz, bu tarihî gerçeği
açıklayacaktı; onu zahmete sokmadan ben anlatıvereyim
dedim.
X X X
Türkiye’de yılbaşı kutlamaları
konusunda iki ayrı kutup vardır: Birincisi,
yılbaşının “takvim inkılâbı”nın bir parçası
olduğunu, çağdaşlığın ve Batılı hayat tarzının gereği
bulunduğunu düşünenler; ikincisi, yılbaşının
Hristiyan kültürünün bir rüknü olarak kutlandığını ve
İslâm kültürüne tamamen aykırı olduğu görüşünü
savunanlar... İlk görüşte olanlar, yılbaşı kutlamalarına
âdeta resmî ideolojinin bir icabı olarak yer vermişler;
şeflik döneminde millet açlıktan kırılırken devlet
imkânlarıyla düzenlenen “yılbaşı baloları”nda
“sarhoş devletlûlar” ışıklandırılmış çamlar altında
sabahlara kadar eğlenmişlerdir. Noel gecesinin 24 Aralık
olduğunu, 31 Aralık gecesinde sadece yeni yılın
kutlandığını savunan bu jakoben azınlık, halk tarafından
hiçbir zaman benimsenmemiş ve sevilmemiştir. İkinci
görüşte olanlar ise, protestolarını yılbaşını neredeyse
mâtem günü ilân edecek kadar ileriye götürmüşler ve her
fırsatta yılbaşını tel’in etmekten (lânetlemekten) geri
durmamışlardır. Bu da, zaten çeşitli sosyal farklılıklar
içerisinde bocalayan toplumumuzda yeni bir huzursuzluk
kaynağı teşkil etmiştir.
X X X
Yarım asır önceki bu tablo, Türkiye’deki
kapitalist dönüşüm ve son zamanlardaki küreselleşme
neticesinde büyük ölçüde değişmiştir. Bazı inkılâpların
sosyal ve ekonomik değişime tesirleri tartışmaya
açıktır. Meselâ, modadaki değişmeler kıyafet
inkılâbından çok daha etkili olabilmiştir. Ancak, ay
esasına göre düzenlenen ve her yıl değişme gösteren
“Hicrî Takvim”, zaten Osmanlı döneminde de
yerini “Rûmî Takvim”e bırakmıştı. 1925’te
çıkarılan bir kanunla “Milâdî Takvim”e geçilmesi
birçok bakımdan isabetli olmuştur. Bunu, Hz. İsa’nın
önceliği olarak değerlendirmek yanlıştır.
Diğer taraftan, resmî ideoloji gereği
“yılbaşı baloları” düzenleyen “CHP il
başkanı valiler”in yerini, yeni oluşan sermaye
sınıfının “sosyetik temsilcileri” almış; daha da
önemlisi, bu kervana biraz parası olan sıradan
vatandaşlar da katılabilmiştir. Yani, kutuplaşmanın
birinci ucu, bu şekilde çözülerek nisbeten halkın bir
kısmına yaygınlaşmıştır.
X X X
Kitle iletişim araçlarındaki gelişme ve Türk
toplumunun uyarlama (adaptasyon) özelliği, kutuplaşmanın
ikinci ucunda da çözülmeye ve yumuşamaya sebep olmuştur.
1950’li yıllardan itibaren toplumumuz kendine mahsus bir
“yılbaşı eğlencesi” geliştirmiş ve fazla tutucu
olmayan orta sınıf, bu kutlamalarla içiçe bulunmuştur.
Konu komşu bir araya gelerek radyo dinlemek (daha
sonraları TV seyretmek), kestane pişirmek, tombala
oynamak gibi mâsum ve sade eğlenceler, aile büyüklerinin
kısmî protestoları arasında gelenekselleşmeye
başlamıştır. Sonuç olarak Noel Baba’nın, çam
ağacı katliamının ve alkollü içki tüketiminin dışında,
apayrı bir “yılbaşı toplumu” ortaya çıkmıştır.
Radyo döneminde, hep beraber Zeki Müren’in
şarkılarının dinlendiği, Celâl Şahin’in akordiyon
eşliğindeki taklitlerine gülündüğü günlerden; artık her
biri bir gazino halini alan renkli TV kanallarına
gelinmiştir. Kısaca, bir zamanlar sosyal çatışma alanı
olan yılbaşı kutlamaları artık “sosyal mutabakat”
konusu durumundadır.
X X X
Yılbaşı gecesinde hoşlanmadığım şey yok mu?
Elbette birçok münasebetsizlikler var: Sabahlara kadar
küfelik oluncaya kadar içip sarhoş olanlar, eğlence
yerlerinde bir gecede milyarları bırakanlar, o cânım çam
ağaçlarını acımasızca katledenler, kendi benliklerini
unutup Noel Baba edâsıyla “Ho, ho, ho!”
diye böğüren Ren geyiği meşrepli bir takım
mahlûkat ve Kiliselerde âyinlere giden kimliksiz
zavallılar... Ben şahsen bu tiplerden hiç mi hiç
hoşlanmıyorum. Lâkin, isteyen istediğini yapar...
Bunu, bir “medeniyetler çatışması” meselesi
yapmanın hiç âlemi yok.
X X X
Arayıp durursanız, toplumda çok farklılıklar
bulursunuz. Önemli olan, ideolojik tavrı bırakarak
“toplumsal huzuru” bozmamaya çalışmaktır. Nasıl ki,
isteyenler Noel Baba kıyafetine bürünerek elinde
şarap şişesi ile dolaşabiliyorsa, inancını yaşamak
isteyen bir kadın da, başını devlet bürokrasisinin
istediği gibi değil, kendi istediği gibi bağlayıp
“ikinci sınıf vatandaş” haline gelmeden toplumdaki
yerini alabilmelidir. İşte o zaman, hür ve demokratik
bir toplum olabilmenin zemini hazırlanmış olacaktır.
X X X
Yeni yılınızı kutlar, 2004 yılında
Türkiye’nin daha huzurlu bir toplum yapısına
kavuşmasını dilerim. |