Niçin Diyarbakır?
Başbakan’ın sabrı nihayet taştı ve
haklı olarak “Niçin Diyarbakır?” diyerek feveran
etti. Bu feveran karşısında, bazı yazarlar
“Günaydın!” diye sitem ederken, bazıları da
“İnsan haklarının en fazla ihlâl edildiği bölge olduğu
için” cevabını veriyor.
Başbakan, bu soruyu sormak için 17
Aralık’ın geçmesini bekledi. Çünkü, bu nevî
tartışmaların Türkiye aleyhtarlarının eline koz
vermesini istemiyordu. Ancak, 17 Aralık
sonrasında bu soruyu sorarak çarpıklığın üzerinde
durması, bizce AB çevrelerine bir mesaj
mahiyetindedir.
X X
X
1983’dan sonra yaşanan PKK terörüyle
mücadele devresinde, olağanüstü hâl şartları içerisinde
bazı insan hakları ihlâllerinin olduğu doğrudur. Fakat
bu ihlâller, olağanüstü hâlin uygulandığı diğer illerde
de vukubulmuştur. O halde, niçin Mardin’e,
Bitlis’e, Şırnak’a, Batman’a,
Hakkâri’ye değil de sadece Diyarbakır’a
gidilmektedir?
Haydi diyelim ki, bu Batılı
dostlarımız(!) özellikle Kürt etnisitesinin
bulunduğu yerlerle ilgilenmekte, Türklerin
ekseriyette olduğu Erzurum gibi vilâyetlerle
meşgul olmamaktadır. Lâkin, neden ille de Diyarbakır?...
X X
X
Bu
sorunun cevabı, Avrupa Parlamentosu Başkanı
Borrell’in 17 Aralık’tan önceki Türkiye
ziyaretinde ağzından kaçırdığı “Kürdistan’a
gideceğim” lâfında gizlidir. Türkiye ve
Kuzey Irak uzun zamandan beri misyonerlerin, yabancı
istihbarat servislerinin ve NGO (gönüllü
kuruluş)’ların yoğun faaliyetlerine mâruz kalmıştır.
Batılıların haritalarında Türkiye’nin Doğu
ve Güneydoğu’su “Kürdistan” olarak
tanımlanmıştır. Batı’da ve Sovyet dönemi
Rusyası’nda Kurdistan; Türkiye,
Irak, İran ve Suriye topraklarında
kurulacak bir devlet şeklinde hayal edilmiş; bu devletin
başkenti ise Diyarbakır olarak düşünülmüştür.
Körfez Savaşı’ndan sonra 36.
paralelin kuzeyinde Irak hâkimiyetine son
verilmesi ve Çekiç Güç’ün konuşlandırılması ile
Kuzey Irak’ta, Amerikan himayesinde bir
bağımsız Kürt Devleti’nin kurulması çalışmalarına
başlanmıştır. 90’lı yıllarda ziyaret ettiğim Zaho
ve Duhok’ta, NGO’ların nasıl arılar gibi
çalıştıklarını bizzat müşahade etmiştim.
X X
X
Diyarbakır, bin yıllık bir Türk
şehridir. Asıl itirabiyle bir Arap-Türkmen
beyliği olan ve Kürt unsurların da bulunduğu
Mervanoğulları’nın kısa süren varlığını hariç
tutarsak, Diyarbakır 11. yüzyılda Türk
Artukoğulları’nın merkezi olmuş; ve bu hâkimiyet
dört asır boyunca devam etmiştir. Diyarbakır,
Artukoğulları’nın, Türkiye Selçukluları’nın
ve Osmanlı’nın eserleriyle doludur.
1950’ye kadar olan devrede Diyarbakır’ın
nüfusunun büyük kısmı Türklerden meydana
geliyordu. Ancak, 50’li yıllardan sonra Diyarbakır’ın
Türk asıllı yerlilerinin İstanbul’a
göçmesi ve köylü nüfusun hızlı şehirleşmeyle birlikte
Diyarbakır’a akın etmesi demografik durumu
değiştirmiştir. Tabiatıyla, etnik ayırım yapmadan bütün
Diyarbakırlıları kucaklamamız gerektiğini işaret
etmeliyiz.
X X
X
AB’nin ve Batı Dünyası’nın
Diyarbakır tutkusunu, insan hakları, fakirlik gibi
sebeplerle izah etmek safdillik olur. Benim gibi, insan
haklarını savunduğu için cezaevine gönderilen
Başbakan’a, niçin bizlerin değil de, sadece Zana
ve arkadaşlarının ziyaret edildiğini açıklamanın mâkul
bir sebebi yoktur.
Artniyetli Batılıların, AB
müzakere sürecinde, “insan hakları” ve
“bölgenin refahı” gibi herkesin kabul edeceği
tezlerin arkasında, Diyarbakır merkezli bir
“özerk bölge” hayâli içinde oldukları
anlaşılmaktadır.
1987 yılında Devlet Bakanı iken, bir
Avrupalı Bakan’ın sohbet sırasında bana,
“Şu Kürtleri bırakın, Doğu’dan kurtulun; bakın AB’ye
hemen girebilirsiniz” dediğini unutmuyorum. Ben de,
“AB’ye girebilmek için bir avuç toprağımızdan bile
vazgeçemeyiz. Bu, bizim çekildiğimiz son huduttur”
cevabını vermiştim.
X X
X
Başbakan’ın “Niçin Diyarbakır?”
sorusunun altında, aslında benim 18 yıl önce verdiğim
cevap vardır.
İnsan hakları mı? Tamam, en geniş şekilde
varız. Bölgenin kalkındırılması mı? Elbette, gerekirse
yemez yedirir, giymez giydiririz.
Diyarbakır da, Diyarbakırlı da
başımızın üstündedir.
Lâkin, egemenlik hakkımıza hiç kimseyi ortak
etmeyiz.
Herkes hesabını buna göre yapsın... |