“ÖĞRETMENİM CANIM BENİM”
Bu yıl, 24 Kasım
Öğretmenler Günü, terörün gulgulesi ve bayramın
telâşı arasında kaynayıp gitti. Millî Eğitim Bakanı’nın
gayretlerine rağmen, her sene yapılan merasimler tam
olarak yapılamadı. Başbakan’ın, Aralık başında
tekrar kutlama vaadinin sonucunu bekliyoruz.
X X X
Bizim milletimiz,
“öğretmenini”, “hocasını” çok sever... Her ne kadar,
son haftalarda gösterimde bulunan bir yerli TV
dizisinde, değerli sanatçı Perran Kutman,
kendisine “öğretmenim” yerine “hocam”
diyen birini azarlayarak, “Hoca camide!...”
cevabını veriyorsa da; “paşa” sözcüğü,
nasıl “general”den sonra değerini
kaybetmemişse, “hoca” da sadece câmide kalmamış,
“öğretmen” ile birlikte kullanılmaya devam
etmiştir. Devrimci(!) öğretmenlerin bu konudaki 80
yıllık çabası Türk toplumunun asırlar süren
ananesi karşısında tesirsiz kalmıştır... (Bu arada,
şimdilerde bazı gençlerin birbirine yerli yersiz lâubali
bir edâyla “hoca” diye hitap etmesini çok çirkin
ve yakışıksız bulduğumu da söylemeliyim).
X X X
Dediğim gibi, halkımız
“öğretmeni”ni çok sever ve sayar. Bunları
yazarken, yılların okul şarkısı kulaklarımda çınlıyor:
“Öğretmenim, canım benim
Seni ben pek çok severim
Sen bir ana, sen bir baba
Her şey oldun artık bana”
Gerçekten de öğretmenimiz,
bize analık, babalık yapmış; bizim herşeyimiz olmuştur.
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımızdaki hâtıralarımız
içerisinde en başta gelenler, öğretmenimize ve okulumuza
ait olanlardır.
İslâm ve Türk kültüründe,
öğretmenin/hocanın hakkı en önde gelir. Meşhur “Eti
senin, kemiği benim” vecizesini hepiniz bilirsiniz.
Hz.Ali’nin, “Bana bir harf öğretenin kırk yıl
kölesi olurum” sözü pek ünlüdür. Büyük Atatürk,
Türkiye’nin geleceğini öğretmenlere yüklemiş ve
“Öğretmenler! Cumhuriyet sizden, fikri hür, vicdanı
hür, irfanı hür nesiller ister” diyerek, eğitimin ve
öğretmenin hedefini göstermiştir. Biliyorum, bu sadece
öğretmenlerin kabahati değil; lâkin Atatürk’ün
bu, çağının ötesinde hürriyetçi görüşlerinin tam olarak
gerçekleştirilebildiği pek söylenemez.
X X X
Öğretmenler konusunda,
Atatürk’ün bir vecizesine daha yazımda yer vermek
istiyorum: “Dünyanın her tarafında öğretmenler, insan
topluluğunun en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır”.
Hakikaten geçmişte ve günümüzde öğretmenler, en fazla
fedakârlık gösteren, fakat bu fedakârlıklarının
karşılığını alamayan unsurlar olmuştur. Dünyanın hemen
her ülkesinde öğretmenler, meslek grupları içerisinde en
az ücret/maaş alanlardır. Başta ABD olmak üzere,
İngiltere, Almanya, Fransa gibi
gelişmiş ülkelerde de öğretmen, en düşük gelir grupları
içinde yer alır. Bu durumun başta gelen sebebi, bütün
dünyada öğretmen sayısının toplam ücretli/maaşlı gruplar
içerisinde en fazla oranda bulunmasıdır. Türkiye’de de,
yarım milyonu aşan sayıları ile öğretmenler, toplam
kamu personeli içerisinde ilk sırayı alırlar. Ne yazık
ki, öğretmenlerin dünya ülkeleri içinde en az malî
imkâna sahip olabildiği ülkelerden biri de Türkiye’dir.
Bu durum, hâliyle öğretmenin verimini ve kalitesini
azaltan etkenlerin başında gelir.
X X X
Benim onbeş yıl önceki
Millî Eğitim Bakanlığım sırasında da Öğretmenler
Günü’nde nutuklar attık, şarkılar söyledik, yılın
öğretmenlerini seçtik; en eski öğretmenimiz Rafet
Angın Hocamızın elini öptük (Allah daha uzun ömür
versin!...). Fakat bu durumu değiştirebildiğimizi
söylemem mümkün değildir. Millî Eğitim Bütçesi’ni
arttırabilmek için, ortaya kellemi koymuş ve Başbakan
Özal’a istifamı vermiştim. Rahmetli, homurdanarak da
olsa, bir miktar artış yaptı ama bu miktar da sadre şifâ
değildi.
Bunun üzerine, 1988 yılının
24 Kasımı’nda, “eli öpülesi değil elinden tutulası
öğretmen” sloganı ile yeni bir kampanya geliştirdik.
“Elinden tutmak” lafı pek beğenilmedi, lâkin,
maalesef öğretmenin durumu bu tâbire uygundu.
Şu tedbirleri aldığımızı
hatırlıyorum:
1) Bütçeye ilave ettiğimiz
bir kısım ödeneği, öğretmen maaşlarına yan ödeme ve ders
ücreti olarak aktardık. Yarım milyon öğretmene pay
edildiğinde pek bir şey tutmadı ama bu bir iyi niyetli
başlangıç idi.
2) “Eğitim Fonu”
kurduk ve bu fondan bir kısmını öğretmenlere aktardık.
3) Öğretim yılı
başlangıcında öğretmenlere “öğretim yılı ödeneği”
verilmesini sağladık.
4) Maalesef, Bakanlığımdan
sonra devam ettirilmeyen “ÖKOP (Öğretmen Konut)
Projesi”ni hazırladık.
5) “Öğretmenevleri”
ve “Öğretmen Dinlenme Tesisleri”nin yapımını
hızlandırdık.
X X X
Bütün bunları, sizlere
“Sen neymişsin be abi!...” dedirtmek için değil,
bütün icraatlarını candan desteklediğim “Çelik Bakan”a
faydalı olsun diye yazıyorum. Millî Eğitim Bakanı
Doç. Dr. Hüseyin Çelik’in, gene cesaretle,
yeniden yapılanmayı ve tasarrufu fukara memurun dinlenme
tesislerini ellerinden almak zanneden, dar görüşlü,
gösteriş meraklılarının karşısına çıkarak
“Öğretmenevleri ve dinlenme tesisleri öğretmenden
alınmayacaktır” demesi beni heyecanlandırdı. Bence,
memurların bu nevi tesislerine ilişmemek lazım. Mâdem
doğru dürüst maaş veremiyoruz, bari onları sevindirecek
bu küçük mutlulukları esirgemeyelim... Özellikle
“orduevleri” (haydi bakalım sıkıysa ellerinden alın
da görelim), “öğretmenevleri” ve “polisevleri”
muhafaza edilmelidir. Merak etmeyiniz, bu yüzden bütçede
gedik açılmaz...
X X X
Çelik Bakan,
önümüzdeki dönemde;
Nasıl bu yıl eğitim ödeneği
bütçenin birinci sırasına geçirilmiş ise, gelecek yıl
merkezden ve mahallinden verilecek ödenekler içerisinde
öğretmen maaşlarını artırmalıdır.
Öğretmenin “ikinci işi”
konusundaki projesini, mesleğin itibarının
sarsılmamasına itina ederek hayata geçirmelidir.
Öğretmenin kıdemine ve
başarısına göre sınıflandırılması projesinde diğer
katkıları yanında, maaşların arttırılması üzerinde
durmalıdır.
İkinci yarıyıl başlangıcında
öğretmenlere “yarıyıl ödeneği” gibi ayrı bir
ödeme yapılması imkânını araştırmalıdır.
“Öğretmenevleri”
ve “Dinlenme Tesisleri”nin
rehabilitasyonunu ve yapımını yeniden başlatmalıdır.
“ÖKOP Projesi”
(Öğretmen Konut Projesi)ni
canlandırmalıdır.
Öğretmenlerin manevi
itibarını sağlayacak yeni mekanizmalar geliştirmelidir.
X X X
Atatürk,
“Muallimler (Öğretmenler)! Yeni nesil sizin eseriniz
olacaktır. Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak
öğretmenlerdir” diyor.
Ancak bunun için önce
öğretmenlerimizi de biz kurtaralım... |