“Gömelim Gel Seni Tarihe”
Çanakkale Zaferi’nin 90. yıldönümü,
gerçekten şehitlerimizin şânına lâyık bir şekilde
kutlandı. 18 Mart Cuma günü TBMM’nin önünden
geçerken, her tarafın ayyıldızlı bayraklarla donatılıp
gelincik bahçesine çevrildiğini gördüm. Bizim Yeni
Türkiye’ye gelince gençlere, millî bayramlarda
olduğu gibi Türk Bayrağı’nı asmalarını söyledim.
Sahi neden 18 Mart’larda bunu hep yapmıyoruz?
Çanakkale Zaferi de, diğer millî bayramlarımız kadar
zafer olarak kutlanmaya lâyık olan bir gündür.
Milletin hislerini terennüm ettiğimden emin
olarak, “18 Mart”ın “Şehitler Bayramı”
(veya başka bir isim verilebilir) olarak kutlanmasını ve
“Millî Bayram” ilân edilmesini teklif ediyorum.
“Zaten bir çok bayramımız var” diye şikâyetçi
olmayınız. Cumhuriyet Bayramı haricindeki millî
bayramlarda resmî tatili kaldırırsanız “çok
bayramlı” olmanın mahzurlarını bertaraf edersiniz.
X X
X
Yüce Allah, Kur’an-ı Kerîm’inde,
“Allah yolunda öldürülenlere öldü demeyin. Bilâkis
onlar diridir ama siz bunu anlayamazsınız” (Bakara
154) buyuruyor. Buna göre biz, şehitlerimizin 90. doğum
gününü kutluyoruz. Çanakkale’de, vatanları ve
imanları uğrunda kahramanca savaşarak şehit olan asker
sayımız -bu konuda farklı rakamlar olsa da- 250 bin
civarındadır. Bir o kadar da müstevlilerin kayıp verdiği
anlaşılmaktadır. Türk Milleti, Çanakkale
muharebelerinde varını yoğunu ortaya koyarak bir
“destan” yazmıştır. “Çanakkale Destanı”,
Ergenekon, Bozkurt, Oğuz Kağan,
Manas destanları gibi bir Türk destanıdır
ve 250 bin şehidin kanıyla yazılmıştır. Ancak,
Çanakkale Destanı bir efsane değil, bütün dünyanın
gözleri önünde cereyan eden gerçek bir kahramanlık
menkîbesidir.
X X
X
Atatürk’ün, Çanakkale
muharebelerinde kilit bir rolü olmuştur. 7-8 Ağustos
1915’te Yarbay Mustafa Kemal, askerinin başına
geçerek “Size taarruzu değil ölmeyi
emrediyorum” demiş; Conkbayırı ve
Kocaçimen’de ilerleyen Anzak kolordusunu geri
çekilmeye zorlayarak istilâ edilen yerleri kurtarmış ve
cephenin düşmesini engellemiştir.
Anafartalar Kahramanı Gazi Mustafa Kemal,
Çanakkale’deki Türk askerini şöyle
anlatıyor:
“Karşılıklı siperler arası sekiz metre,
yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler, hiçbiri
kurtulamayarak kâmilen şehit düşüyor. İkinci
siperdekiler onların yerine geçiyor. Fakat ne kadar
gıpta edilecek itidal ve tevekkül ki, ölenleri görüyor,
üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç bir tereddüt
bile göstermiyor, sarsılmak yok!... Okuma bilenler
ellerinde Kur’ân-ı Kerîm, cennete girmeye
hazırlanıyorlar. Bilmeyenler, kelime-i şahadet getirerek
yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren,
şâyân-ı hayret bir misâldir. Emin olmalısınız ki,
Çanakkale muharebesini kazandıran, bu yüksek ruhtur”
(Ruşen Eşref, Mustafa Kemal Çanakkale’yi Anlatıyor).
X X
X
Çanakkale muharebeleri, hiç şüphesiz
1. Cihan Harbi’nin en önemli olayıdır. Çünkü
İtilâf Devletleri, temel savaş plânlarını
Çanakkale üzerine inşa etmişlerdir. İngiliz
ve Fransızlar’ın hesaplarına göre; en fazla bir
ay zarfında Çanakkale’den geçerek İstanbul’u
düşürecekler ve 1915 yılı sonunda da savaşı sona
erdireceklerdir. Bunun için, o günlerde dünyanın en
büyük donanmasını ve daha sonra yarım milyonluk en güçlü
kara ordusunu Çanakkale’ye yığmışlar; ancak
Türk askerinin mucizevî savunması karşısında mağlûp
olarak plânlarını uygulayamamışlardır. Böylece, Rusya
malzemesiz, İngiltere ve Fransa da
buğdaysız kalmış ve 1. Dünya Savaşı 3 yıl daha
uzamıştır.
O günlerde İtilâf Devletleri’nin
İstanbul’u işgal etmesi ihtimaline karşılık,
Talât Paşa payitahtı İstanbul’dan
Konya’ya taşımayı düşünür ve 1909’da hal’edilerek
tahttan indirilen II. Abdülhamid’e giderek, O’nun
da Bursa’ya naklini ister. Abdülhamid
Han’ın cevabı şudur: “Ben, Bizans İmparatoru
Konstantin’den daha az haysiyetli değilim! Biraderim
Hazretlerine ubûdiyetlerimi arz ediniz; İrade-i Şâhânesi
ile Selânik’ten çıktım ama İstanbul’dan çıkmam...
Kendisinin de çıkmamasını, ecdâdımızın şerefi nâmına
istirham ederim”. Bu cevap üzerine İttihatçılar
ve Sultan Reşad mahcup olur, İstanbul’u
terketmeme kararı alırlar.
X X
X
Bu millet Çanakkale’de, sadece
Anadolu’nun bağrından gelen sade askerini değil, 19.
asrın sonundan itibaren yetiştirdiği tahsilli
nesillerini, lise ve üniversite mezunlarını, aydınlarını
da şehit vermiştir. Kesin olmayan tahminî rakamlara
göre, 100 binden fazla öğretmen, mülkiyeli, tıbbiyeli ve
Türk Ocakları’nda yetişmiş okur-yazar
kaybedildiği hesaplanmaktadır. Böylece o günün
şartlarında ülkenin beyin takımını oluşturan bu
kayıpların olumsuz etkileri, savaş sırasında olduğu
kadar, bu savaşı izleyen Millî Mücadele döneminde
de fazlasıyla hissedilmiştir (Hasan Mert).
Beni çok duygulandıran bir tesbiti sizinle
paylaşmak istiyorum. Birçoğu Harbiyeli, Mülkiyeli,
Tıbbîyeli olan şehitlerin binlercesinin boyunlarında
Türk Ocağı’nın künyesi bulunmuştur. İmanınız ve
vatan sevginiz olmadan bu kahramanlıkları gösterebilir
misiniz? Bizim tatlısu frengi, yabancı hayranı bazı
aydınlarımızın bunu anlaması mümkün değildir.
X X
X
Ne yazık ki, hayattayken gazilerimizin
kıymetini bilemedik. Bir devirde, Atatürk’ün de
bir Çanakkale Gazisi olduğu unutularak,
Osmanlı dönemine ait olduğu için Çanakkale Zaferi,
tarih şuurundan mahrum sözde Cumhuriyetçiler tarafından
unutturulmaya çalışıldı.
18 Mart Deniz Savaşı sırasında
kaldırdığı 276 kg.lık mermiyle Ocean Zırhlısı’nı
batıran meşhur Seyit Onbaşı, Savaş’tan sonra
köyüne dönmüş ve Havran’da hamallık yapmıştır.
Yaşadığı yıllarda hiç bir yerden yardım almadan kendi
alın teriyle geçinen Seyit Onbaşı, vefatından
ancak 28 yıl sonra hatırlanmıştır.
Tarihçi Mehmet İhsan Gençcan’ın,
Çiçekdağ’ın Safalı Köyü’nde ziyaret ettiği
bir Çanakkale gazisi, yoksulluktan şikâyet eder.
Gençcan sorar, “Ağam, Harp madalyaların yok
mu?” Gazi, “Evet vardır. Gerek Harp madalyalarım,
gerekse İstiklâl Madalyam vardır ama madalyalara yakışır
bir kılığım olmadığı için iç cebimde taşımaktayım”
cevabını verir.
Gene Celâl Dümtek isimli bir gazi,
patlayan top mermisi yüzünden diz kapaklarından iki
bacağını kaybetmiştir. Kimseden yardım istemeyen gazinin
söylediği şu sözler, Türk Milleti’nin bütün
faziletlerini aksettiriyor: “Ben sürüneyim ama
milletimin başı göklerde olsun. Milletimin şerefi yüksek
dursun. Ne olacaktı yani? Ben sağlam bacakla, istilâ
edilmiş bir vatanda dolaşacaktım. Daha mi iyiydi?...”
(Hasan Mert)
X X
X
Şehitlerimiz, gazilerimiz, Allah
sizlerden razı olsun. Şimdi, biz bu güzel vatanda
sizlerin sâyesinde başımız dik, hür ve bağımsız
yaşıyoruz.
Ve, vatanımızın bir karış toprağını vermemek
için, sizin gibi şehit olmaya razıyız. Cenab-ı Hakk,
bizleri de sizin şefaatinize nâil eylesin... Ruhunuz şâd
olsun; nûr içinde yatın...
Yazımı merhum Mehmet Akif’in
“Çanakkale Şehitleri” eserinin son mısraları ile
bitiriyorum:
“Ey şehid oğlu şehid, isteme benden
makber,
Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.”
|