JAKOBENİZM
HORTLARKEN...
Bedri Rahmi, bir şiirinde Fransa’daki
aydınlarımızı şöyle hicvediyordu: “Herifçioğlu Sen
Mişel’de koyuvermiş sakalı...” Daha sonra bu
“herifçioğlu”nun, bizim dünyalar tatlısı merhum hocamız,
eski Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Turan Güneş olduğunu
öğrenince çok şaşırmıştık. Tanzimat’tan sonra, özellikle
19. asrın sonlarında Paris’e toplanmış Jöntürkler’in
Fransa mâcerasını bilirsiniz. Ancak, Türkiye’de uzun
uzadıya tetkike muhtaç olan konu, Fransız İhtilâli’nden
sonraki dönemde Türk-Fransız ilişkileri ve Fransa’nın
Türkiye üzerindeki tesiridir. Apayrı bir araştırma
konusu olabilecek kültürel etkileri bir tarafa
bırakalım; Fransa’nın, son ikiyüz yılda Türkiye
üzerindeki iki önemli menfî tesiri olmuştur.
Birincisi, başta idarî teşkilâtlanma ve
hukuk olmak üzere, devletin siyasî yapısının
kurumlaşmasındaki bürokratik tesirlerdir. Aradan ikiyüz
yıl geçmesine rağmen, bu hantal bürokrasiyi hâlâ
tasfiyeye uğraşıyoruz. İkincisi, 1789 sonrasındaki
jakobenizmin tesiriyle ortaya çıkan katı Fransız
laisizminin din aleyhtarı ve antidemokratik etkileridir.
Anglosakson sekülarizminden tamamen farklı şekilde
gelişmiş ve Fransa dışında benzeri sadece Türkiye’de
görülen ideolojik laiklik anlayışı, 1789-1794 yılları
arasında Jakobenlerin, Fransa’da dini yasaklamasına ve
papazları öldürmesine kadar gitmiştir. Jakobenler,
Notrdam Kilisesi’ne “Akıl Tapınağı” adını verecek kadar
işi azıtmış ve kartezyen felsefe ile Usta Hiram’ı
buluşturmuşlardır.
X X X
Doç. Dr. Sami Selçuk, “laiklik” ve “laisizm”
sözcüklerinin eş anlamlı olmadığını belirterek,
“Laiklik, başkalarının dinsel duygularına saygıda;
laisizm ise, zaman zaman zora başvurarak bireysel
baskıda yoğunlaşmaktadır(...) Laisizm, ‘rejime göre din’
ister ve dini belirler, güdümler. O yüzden çatışmalara
gebedir. Oysa, laiklik ‘dine göre rejimi’ ve ‘rejime
göre dini’ reddeder” der. Fransa’da, Stasi
Komisyonu’nun, orta dereceli resmî okullarındaki dinî
semboller kararından sonra Fransız Cumhurbaşkanı Jacques
Chirac’ın yasaklama getirmesi, aradan geçen ikiyüz yılda
demokratik hak ve hürriyetler yolunda önemli bir mesafe
alınmadığını göstermektedir. 24 Ağustos 1572 gecesi, St.
Bartelemi yortusunda 50 binden fazla Protestanı kesen
zihniyet ve Fransız Devrimi’nden sonra beş yılda
binlerce kişiyi giyotinde idam eden Fransız Jakobenizmi,
Chirac’ın bu kararı ile hortlatılmış olmaktadır.
X X X
Bu karardan sonra, Türk Jakobenizminin
devlet bürokrasisiyle bütünleşmiş “yılmaz” temsilcileri,
artık gemi azıya alacaklar ve Stasi Komisyonu ile
Chirac’ın kararlarını, Türkiye’deki ideolojik laisizm
dayatmalarında bir ölçü olarak kullanacaklardır. Bu
konuda, Kürşat Bumin’in “Fransa yeni bir laiklik nöbeti
geçiriyor” başlıklı yazılarıyla, Ahmet Taşgetiren’i ve
Nazlı Ilıcak’ın Prof. Dr. Nilüfer Göle ile röportajını
okumanızı tavsiye ediyorum. Göle’ye göre, Fransa’daki bu
yanlış kararın arkasında bir nevi “kültürler çatışması”
sözkonusu. Fransa’daki Müslümanlara bir “sömürge
psikolojisi” içinde yaklaşılıyor ve başörtüsü meselesi
“yabancı düşmanlığı” zeminine oturtuluyor.
X X X
Bu kararın Türkiye için önemli olan yanı,
müzmin başörtüsü düşmanlığına bir milletlerarası
uygulamadan yeni gerekçeler icat edilmesi ve AB’ye giriş
sürecinde durumumuzu zorlaştıracak olmasıdır. Diğer
taraftan, bu antidemokratik ve insan haklarına aykırı
karar, yeni binyılın başlangıcında bütün insanlığa kötü
örnek olması ve medeniyetler arasındaki huzuru bozucu
bir etki uyandırması bakımından üzerinde durulması
gereken bir olaydır.
__________________________________
AZERBAYCAN CUMHURİYETİ
ANKARA BÜYÜKELÇİLİĞİ’NİN AÇIKLAMASI
Azerbaycan Büyükelçiliği, gönderdiği bir
açıklama ile 16 Aralık tarihli yazımı “şiddetle” kınamış
ve “esefle” karşılamış. Açıklamada, Müslüman
geleneklerine göre merhumun arkasından iyi konuşulması
gerektiği hatırlatılarak, Türkiye’nin geniş bir kadro
ile Aliyev’in cenaze törenine katılması ve Azerbaycan
halkının üzüntüsü anlatılmış. Sonuç olarak, yazıdaki
eleştirilerimin insanî, manevî değerlerle ve Tercüman
gazetesinin basın meslek ilkeleriyle bağdaşmadığının
altı çizilmiş.
Yazımdan dolayı bir kısım Azerî
kardeşlerimin üzüntüsünü anlayışla karşılıyorum (Bir çok
“ziyalı” da beni tebrik eden mesajlar gönderdiler). Ben,
sadece tarafsız bir açıdan merhum Aliyev’i
değerlendirmeye çalıştım. Mevcut rejim ne derse desin,
ilerde objektif yazılan tarih kitaplarında, benim
değerlendirmelerime benzeyen tesbitlerin yer alacağına
inanıyorum. Merhum Aliyev, mahalledeki sıradan bir mevta
değildir. Olumlu ve olumsuz icraatlarıyla tarihe geçmiş
önemli bir devlet adamıdır. Komşu teyzeler gibi “ölünün
arkasından konuşulmaz” düsturuna sığınmak yanlıştır.
Aliyev gibi bir devlet adamı elbette her yönüyle
değerlendirilecektir. Ancak, bunu, demokrasiyi bütün
hürriyetleriyle beraber henüz içine sindirememiş resmî
temsilcilerin anlaması mümkün değildir. Diğer taraftan,
Elçiliğin tavsiye ettiği gibi “Devlet Televizyonu”
seyredilerek bir liderin ne kadar sevildiği hakkında
fikir edinilemez. Olsa olsa yönetimin “Devlet mâtemine”
ne derece önem verdiği anlaşılır. Yazımda Aliyev
hakkında sadece olumsuz değerlendirmeler yapmadım;
“Haydar Aliyev, iyi yetişmiş, tecrübeli, zeki ve önemli
bir devlet adamıydı” dedim ve “Kendisine Allah’tan
rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyoruz” diye yazdım.
Ben, kim olursa olsun Türk Dünyası’nda vefat
eden bir millî lider için elbette üzüntü duyarım. Haydar
Aliyev’e de üzüldüm. Ancak, bu durum onu ve icraatlarını
eleştirmeme engel teşkil etmez.
Sevgili Azerî kardeşlerime naçizâne
tavsiyem, sizi ve Can Azerbaycan’ı gerçek bir dost gibi
seven köşe yazarlarına lâf yetiştireceğinize,
yazılanlardan ders almaya çalışınız. |