DOKUNULMAZLIK FİKİR
HÜRRİYETİNİN TEMİNATIDIR
Siyasî hayatını yolsuzluk ve haksızlıklarla
mücadeleye harcamış bir eski politikacı olarak, yıllarca
“dokunulmazlığın” kaldırılmasını savundum.
Milletvekillerinin, “yasama dokunulmazlığı”
zırhına sığınarak yolsuzluk yapabilmeleri ihtimali, beni
her zaman çok rahatsız etmiştir. Anayasa’nın 83.
maddesi ile düzenlenen “yasama dokunulmazlığı”nın
ya tamamen kaldırılmasını veya sadece “kürsü
dokunulmazlığı”(masuniyeti) haline getirilerek
daraltılmasını savunuyordum. Ancak, son yıllardaki,
özellikle 28 Şubat Dönemi’ndeki yargı
uygulamalarını gördükten sonra bu kanaatimi değiştirdim.
Daha doğrusu, yapılacak bu düzenlemelerin ancak
güvenilir bir yargı uygulamasından sonra
gerçekleştirilebileceğini düşünüyorum.
X X X
Geçen hafta, TBMM Dokunulmazlıkları
Araştırma Komisyonu Başkanı Hüsrev Kutlu’nun
ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in,
dokunulmazlık konusunda “yargının bağımsız olmadığı”
yolundaki görüşleri, yüksek yargı câmiasında infial
uyandırdı. Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve
Danıştay Başkanları birbiri ardından zehir
zemberek beyanatlar verdiler ve bildiriler yayınladılar.
Bence, AK Partililer yargı ile olan
münasebetlerinde biraz daha “ilm-i siyaset”
kullanarak hareket etmelidirler. Ancak bu son tartışmada
Komisyon Başkanı da, Başbakan Yardımcısı
da tamamen haklıdır. Açıkça “yargıya güvenmiyoruz”
dememişlerdir ama “bağımsız olmayan” bir yargıya
güvenilmeyeceğini de nazikâne imâ etmişlerdir. Son
çeyrek asırlık dönemde, Adlî Yılın Açılış
Törenlerinde konuşma yapan her Yargıtay Başkanı,
Türkiye’de yargının “bağımsız olmadığını”
söylemiş değil midir? Peki o halde, yargıtay başkanları
bu gerçeği belirtince herkes tarafından alkışlanıyor da,
yasama ve yürütme organının üyeleri bahsedince neden pür
hiddet demeçler yağdırılıyor?...
X X X
Ben yargıya güvenmiyorum... Türkiye’de
yargının “bağımsız” ve “tarafsız” olduğuna
inanmıyorum. Bu ülkede elbette tarafsız ve âdil
yargıçlar da vardır. Ancak ne yazık ki, bazı hukuk
adamları kendi peşin hükümlerine ve ideolojik
varsayımlara göre hareket etmektedir. Niyetim, çok değer
verdiğim, takdir ettiğim ve demokratik rejimin teminatı
olarak gördüğüm yargı organının kıymetli mensuplarını
incitmek değil... Yıllarca mahkemeler arasında haksız
yere dolaştırıldığım için “kuyruk acısı”ndan
ötürü böyle yazdığımı düşünecek olanların hafifmeşrep
yorumları da beni ilgilendirmiyor. Lâkin görünen köy
kılavuz istemez.
Türkiye’de en fazla tıkanan ve reform
ihtiyacı duyulan saha, hiç şüphesiz yargıdır. Türk
adaletinin ve yargısının üzerine 27 Mayıs’ta
“Yassıada Muhakemeleri” ile çöken kara bulutlar,
hâlâ temizlenebilmiş değildir. 28 Şubat Dönemi’nde
bizzat yaşadığım “siyasallaşan hukuk”un
haksızlıkları, yargı hakkındaki bu kanaatimi
perçinlemiştir. “Seni buraya tıkan irade bunu
istiyor” diyen Salim Başollar, her türlü
hukuksuzluğu yapabilen Nuh Mete Yükseller,
hazırladığı parti kapatma iddianâmelerindeki
ifadeleriyle suç işleyen Vural Savaşlar da yargı
mensubu değil miydiler?...
“Hukukun üstünlüğü” yerine
“üstünlerin hukuku”nu uygulamaya çalışanlar,
dokunulmazlık kaldırıldığı takdirde, Meclis Başkanı’nı
veya Başbakan’ı herhangi bir beyanından dolayı
makamından alıp götürmeye kalksalar, böylesine lâyüsel
bir hukuk mekanizması içerisinde buna kim mânî
olabilecektir?!...
X X X
Şunu altını çizerek belirtmek gerekir ki,
Türkiye gibi, Anayasal kurumların yerine oturmadığı,
demokrasinin ancak sınırlı şekilde uygulanabildiği ve
yargı bağımsızlığının sağlanamadığı ülkelerde
“dokunulmazlık” kurumu, demokratik mekanizmanın
işleyişinin ve fikir hürriyetinin en önemli teminatıdır.
Düşündüğü ve düşüncesini ifade ettiği için her an
gözaltına alınma tehlikesi içinde bulunan bir siyaset
adamının, özgürce siyaset yapabilmesi mümkün müdür?
Hukukun ve hukukçunun siyasetten arındığı,
“lâyüsel” yargıdan, sorumluluğunu vâkıf yargıya
geçildiği, bağımsız ve tarafsız yargının bütün
kurumlarıyla yerine oturtulduğu zaman, millet ve
temsilcileri elbette yargıya güvenecek ve kendi siyasî
geleceğini yargıya teslim edecektir.
X X X
Bunun için önce “Yeni Anayasa”
hazırlanarak yürürlüğe konulmalıdır. Sonra, gerçek bir
“Yargı Reformu” yapılmalı ve yargı, tam olarak
âdil ve güvenilir duruma getirilmelidir. Ancak bundan
sonra, “yasama dokunulmazlığı” ele alınabilir ve
sadece “kürsü masuniyeti” şeklinde
daraltılabilir.
AK Partili dostlara benden söylemesi:
Her zaman antidemokratik çevrelerle ve bürokrasi ile
dirsek teması içinde bulunan CHP’nin tahriklerine
sakın kapılmayınız. Mesele yolsuzlukla mücadele etmek
değil, sizi ideolojik baskılarla cendereye
sıkıştırmaktır.
CHP taraftarı bir emekli hâkimin tek
taraflı baskıları size kâfi derecede örnek teşkil
etmiyor mu?...
Unutmayınız: Önce “Yeni Anayasa”,
sonra “Yargı Reformu” ve en sonunda da
“dokunulmazlık”... |